Welcome

26 Aralık 2011 Pazartesi

ukturko öneriyooor hanım koş koş!

Merhaba cicişler! Bugün siz sevgili blogcu kardeşlerime bazı önerilerde bulunacağım. Bunlardan bazıları ben yaptım siz yapmayın veya ben yandım sizler yanmayın türünden, bazıları da hayat kurtaracak kimsenin aklına gelmeyecek bazen süpersonik bazen de otantik şeyler olacak. Öyle bazı bloglarda yazıldığı gibi yok efenimm saç preyi, yok kulaklık bilmem ne gibi şeyler değil. Direkt ipten alacak öneriler. Bir ukturk hoca klasiği, ismimiz markamız! lütfen öhöömm.. :)


- Kızları kötü alıştırmayın, şımartmayın!

Neye alıştırmayalım hocam diye bir ses duydum. Sakin. Ne olacak tabiiki fazla hediyeye fazla iltifata alıştırmayacaksın. Öyle gereksiz kahramanlıklara gerek yok gençler. Sonra bu tip herifler yüzünden çıta yükseliyor sizden, benden de böyle her gün bir hediye her gün bir çiçek her gün bir iltifat beklemeye başlıyor bu kızlar. Hayır o kadar iltifat arsızı oluyorlar ki zaman geçtikçe, kesmiyor onları seni seviyorum, hayatmın anlamı, böcüğüm falan :) Şiir falan okumanız falan bekliyorlar. Bu kadar da olmaz!!1 O yüzden ara ara vereceksiniz gazı, sonra bir anlamı kalmıyor yaptıklarınızın, emeklerinizin. Sıradanlaşıyor! Haftada bir bence uygun :)

Çok fazla düşünmeyin, herkesi ciddiye almayın

Her şeyi kafaya takmamak gerek. Özellikle herkesin yaptığı, söylediği ciddiye almamak gerek. Alacak var almayacak var. Elin işe yaramazını, itini, köpeğini, çakalını niye kafamıza takalım. Ne demişler it ürür kervan yürür. O kadar! :) Tabii salmamak da gerek. Gamsızlık da kötü bir şey. Ama her olayı, her şeyi kendine sıkıntı yapsa insan hayat yaşanmaz hale gelir yahu, yapmayın görüyorum yapıyor bazılarınız, sallayın gitsin "tohumuna para mı saydım lan senin ben" demek gerek bazen :)

İşi gücü olmayandan koca olmaz!

Bu da kızlarımıza gelsin. Benim gibi yaşı başı geçmiş hocalar bir kıza bakarken bir süre sonra önce acaba ne iş yapıyor lan, ailesi nasıldır acaba, abisi var mıdır diye düşünmeden edemiyor. Hayat çok zor. Direkt evlenmeye yönelik yani. Ama bakıyorum bazı kızlarımız böyle evlendirsen yarın çocuğu olacak pozisyona gelmişler ama hala bir serserinin iki çalımına kanıyorlar, hatta evlenenleri falan da var. Ben düşünüyorum onun yerine koyuyorum kendimi, oğlan da tip desen yok, para da yok, iş yok, hiçbir şey yok, neyini beğendin aa kızım diyorum. Dedikleri gibi galiba, gönül ferman dinlemiyor! Ama bu tipler sonra çok başını taşa vuruyor o ayrı. Gönüller bir olunca samanlık seyran falan olmaz. Evlenilecek erkek nasıl olur? yazımı kesinlikle okuyun :)

Jöle sürmeyin!

Bu önerim hem erkeklere hem kızlara yönelik. Bazen diyorum "jöle mi kaldı lan!" Çok mu güzel olduğunu sanıyorsunuz arkadaşım diyerekten kafa göz dalasım geliyor bunlara :) Şiddete karşıyız tabii ama insan üzülüyor kendisini jöle kutusu içinde kaybeden gençleri gördükçe. Bir de kızlar sürmüyor mu, özellikle şu kıvırcık saçlılar sürüyor. Allahım sana geliyorum moduna giriyorum hemen. Düşünsenize kız arkadaşınız var böyle saçına dokunuyorsun beton gibi, yapış yapış. Rezalet yahu! Yiğit Bulut kovalasın sizleri! (çok büyük beddua ettim:P)

Ekmeksiz yaşam!

Evet ekmek yemeyin. Özellikle de beyaz ekmek. Ben mesela neredeyse hiç ekmek yemiyorum. O kadar şey yiyip kilo almamamın nedeni de bu olsa gerek bence. Makarna ile ekmek yiyen bir millet olduğumuzu unutmayalım. Her şeyi ekmekle yiyoruz. Sonra da fil gibi olunca "ayy ne yiyorum ki şekerim, su içsem yarıyor" diye söyleniyor kızlarımız. Ekmeksiz doymam ben diyenler ilk başlarda belki zorlanabilirsiniz ama zamanla alışıyor insan. Yemeğin yanında mutlaka salata, yeşillik, turp gibi şeyler olsun ayrıca. Yerseniz de bildiğimiz somundan yemeyin, sonra dana gibi oluyorsunuz hehe :)

Şimdilik bu kadar. Aklıma geldikçe yine buraya yazarım. Vol 2 yapacak halim yok ya sonuçta hah :)

xoxo ukturko
Devamı >>

7 Aralık 2011 Çarşamba

"Blogger kızlar evlenmek için yazıyor" | ney?

Merhaba, bu yazıyı yazmayı bir blogger vazifesi olarak görüyorum. Alınanlar olursa da şimdiden kusura bakmasınlar, kötü bir niyetim yok. Evet, bugün pucca kardeşimiz (bacımız) TV8'de okan bayülgen'in programına çıktı, orada bir sorun yok gayet hoştu güzeldi, heyecanlıydı. Olay lazanyam isimli arkadaşımızın programa bağlanmasıyla koptu bence, iyice kaptırdı kendini ve tarihe geçecek şu sözleri sarfetti, "blogger kızlar evlenmek için yazıyor". O an televizyonu camdan atmak istedim, bir de kendimi blogcu kızlarımızın yerine koydum, o da kötüydü düşünmek bile istemiyorum :)


Düşünsenize, herkesin izlediği bir programda, blogger lazanya isimli biri çıkıp diyor ki "ayy biz blogcu kızlar olarak evlenmek için yanıp tutuşuyoruz, tek yazma amacımız bu, tek taş için yazıyoruz" ahey aheyyy :) Vallahi ben öyle anladım, yanlış anladıysam düzeltin :) Zaten bir çok kişide benim anladığım gibi anlamış. İşin kötüsü bundan sonra hiçbir kızımız blog yazıyorum diyemeyecek belki de, dediği zaman da aa koca avcısı diye yaftalanacak, ya da küçük görülecek :(

O kadar bayağı bir ortam değil yahu burası hatta internet içindeki en fantastik yer :) Koca aramak için gelenler kendi içinde yaşasın lütfen. Bakınız ben evlenmek için yazıyorum kendi içimde yaşıyorum lütfen hehe :) Şaka bir yana çok kötü çok, iyi niyetinden eminim lazanyanın ama keşke bağlanmasaydı, blogger bu mu lan dedirtmeseydi!

Keşke öyle demeseydi tabii şimdi esra erol'dan kopan bloglara dayanacak. Hayır blog yazan kızlarımız da hiç böyle değiller hani, koca peşinde koşan tip değiller. Vardır belki ama genele yayılamaz. Lazanyam keşke ayy ben onun için açtım, evlenmek için geldim deseydi keşke, genellemeseydi.

Blogger kızların bu gafa bir şeyler söyleyeceğini düşünüyorum. Söylemezseniz de kendiniz bilirsiniz, iyi kocalar, hayırlı kısmetler. Ben de bundan sonra kızların evde nakış dikerek değil blog yazarak koca beklediklerini söylerim :P:p Devir değişiyor anacımm diyerek de suyundan da koyarım :) Bildiğin skandal bence :)

Son olarak, blogger bu değil! Doğru düzgün yansıtın!
Devamı >>

4 Aralık 2011 Pazar

Evlenilecek kız bulma rehberi | ukturk hoca anlatıyor...

Merhaba, geçen aylarda evlenilecek erkek kimdir diye yazdıktan sonra neden evlenilecek kızların özelliklerini yazmıyorsun diye çeşitli tehditler aldım. Artık bu baskılara daha fazla dayanamadım, aslında bunları kendime saklıyordum ama artık zamanı geldi bence. Gençlerimiz evlenilecek kız nasıl olur acaba lan düşüncesinden kurtulacak bu yazıdan sonra. Ayrıca evde kalkmaktan korkan kızlarımız da kendilerine çekidüzen vereceklerdir eminim, yoksa kendileri kaybeder :)


- Çayı köpürtmeden koymayı, kahveyi köpüklü yapmayı bilecek!

Malesef en çok yapılan yanlışlardan biri. Çok ayıp! Kızlarımız çayı gelişi güzel koyuyor. Böyle yavaş yavaş narin koyacaksınız bardağa. Ne oluyor sonra köpüryor haliyle. Köpürmüş çayı alan gencimizin suratında bir ekşime, içinde ise yok abi bunla evlenilmez düşüncesi oluşuyor. Kahve de tam tersine köpüklü olacak, tam kıvamında. Bu ikisini yapamayanla evlenilmez arkadaş. Biraz özen lütfen!!1 Beğenmiyorsan kalk çayını kendin koy diyenler var ki bi de aman allah onlar düşman başına. Koş koş kaç kaç, evlenmeyi bırak eğlenilmez de :P

- Ailesi çok kalabalık olmayacak

Kalabalık aileler güzeldir, bazısı sever bazısı sevmez. Ama bir damat için çekilmez çiledir arkadaş. Düşünsenize evlenmişsiniz bir sürü tanımadığınız adam, abla, teyze, kardeş, yeğen ,kuzen falan filan :) Hele aralarında böyle zibidiler varsa, oo enişte naber diye gelirler yanınıza, dalga geçenleri bile olur biraz yüzünüz yumuşaksa :) O yüzden hiç böyle risklere gerek yok, nerede çöpsüz üzüm var onu seçin. Dertsiz tasasız, bayramda ayy ziyarete gelmediniz bize dırdırından da kurtulmuş olursunuz.

- Yüzüne bakılacak olmalı, azıcık da güzel olsun

Evet, dünya güzeli aradığı yok hiçbir çekirgenin biliyorum. Ben de aramıyorum zaten. Ama en azından eli ayağı düzgün olsun değil mi? Şöyle sabah gördüğümüzde hortlak görmüş gibi olmayalım :) Şöyle ayy ne güzel, ne şanslı adamım falan diye kendimizi avutalım :)

- Gülümsemesini bilecek, suratsız ve şirret olmayacak

En önemlisi de bu sanırım. Suratsız, şirret sürekli kavga çıkaran ve hiç gülümsemeyen biri ile evlendiğinizi düşünebiliyor musunuz vallahi ben düşünemiyorum. Hayır böyle biri ile insan nasıl evlenir zaten aklım almıyor. Çok büyük kumpasa gelmişsiniz demektir böyle bir şey olursa zaten ya da bir yerleriniz açık kalmış rüyadasınız, kabus mu deseydik :) Gerçek ise oturun ağlayın bence. Bir erkeğin ömrünü ne sigara ne alkol ahanda bu suratszılık kısaltır bence. Hayat zindan allahım düşünmesi bile zulüm :)

- Az da olsa çocuk sevsin, nefret etmesin

Eee evlendik bari bir de çocuk yapalım değil mi? O kadar masraf yapmışız bir meyve hasadı almak lazım bence ki daha anlmalı olsun bu birliktelik. Allahım ne güzel de söyledim :)

Bir örnek ile şekillendirelim bunu öhömmm... burada kahramanlarımız Selma şirret, suratsız ve çocuk sevmeyen biri, Necati ise tam bir aile babası ideal erkek :P

- Selma, senden bir kızımız olsun istiyorum..
+ Saçmalama Necati yaaa, zamanım yok benim uğraşamam çocukla falan, ayy bir de ağlar o hiç çekemem vallahi konkenim var benim...
- Sen bilirsin canım, peki o zaman bir kahve yap da karışıklı içelim.
+ Kalk kendin yap Necati, uşağın mı var aaaa manikür yapıyorum görmüyor musun, annem dediydi bu sana iyi bakmaz diye dinlemedim.. böhüüü :/
- (Kalkar yapar tam kılıbık)
+ Bunun köpüğü nerede necati allah canını almasın, neyse kızmayacağım cildim kırışıyor sonra, ne diyeceğim yarın kuzenimin amcasının dayısının oğlunun kızı bize gelecek, ona göre hatırlatayım.
- Kim kim...:/?!

xoxo ukturko
Devamı >>

1 Aralık 2011 Perşembe

Blogleaks 4 | French Oje akıllı olsun!!

Yaklaşık 2 sene önce görmüştüm onu ilk kez. Sevinmiştim. Sonra olaylar gelişti...

Misal, 21 Ağustos 2010 cumartesi günü saat 03:14 sıraları bana, "şirinler mavisi ve çimen yeşili ojelerime merhaba der misin, hayatımda ilk kez sürüyorum heyecanlı ve mutluyum" diyen hayat dolu birine daha sonraki zamanlarda farklı söylemlerde ve eylemlerde bulundum. Bu da benim blogleaks'im olsun. Bakalım frenchoje'ye hak etmediği neleri yapmışım. Kabarık ayılık geçmişim efenim...


- Yazılan bir yazının gazına gelip yalakalıkla suçladım kendisini. Aslında tekrar okuduğumda öyle olmadığını da gördüm. Sürü psikolojisi böyle bir şey işte. Laf da bir kere çıkıyor sonra toplanmıyor da. Düşünerek yazmak gerek, tabii nerenizden düşündüğünüz de önemli, ben çok farklı yerlerle düşünmüşüm. Başardığı şeyleri başka şeylere bağladım halbuki çok önceden bana söylediklerini gözardı ettim.

- Fazlasıyla, hak etmediği tabirler ve suçlamalarda bulundum. Ayrıntıya girmeye gerek yok konu hakkında ama ayılığın en üst mertebesini gördü sayemde kendisi. Bundan sonra ormanda falan gerçek ayı ile karşılaşsa korkmaz "oooo sen de ayı mısın ben neler gördüm" diyebilir. Bu konuda üstün tecrübelere sahip, bir sonraki eserini bunun üzerine yazsa bestseller olur o kadar donanımlı bu konuda :)

- Birçok kişiyi provoke ettim, küçük düşürmeye çalıştım kendi çapımda dalga geçmeye çalıştım. Öyle dedim böyle dedim, elime geçen ne oldu, hiçbir şey. Belki o anlık psikoloji ile artan saçmasalak egom. Bu kız ne yaptı bana kötü bir şey olarak, hiçbir şey. Zaten domestos'tan teklif aldım sonraları gel biizm reklamlarda oyna diye kötüyüm ben köütüyümm bööö falan.... :)

- Sex and the city özentisi dedim ama kendimin de bir kurtlar vadisi özenti profili olduğumu da unuttum bir zamanlar. Dikkatinizi çekerim bir zamanlar, şimdi öyle değilim :P Bir ara da barney stinson özentisiydim ben, ne özenti insanım lan ben, allah kahretsin beni, hayır isitkrar da yok bir öyle bir böyle. French en azından istikrarlı :P

- Şişko dedim, "ayy göbeğin çıkmış ayva da değil bildiğin karpuz olmuş, sana kim baksın, baksa baksa belediye bakar" diye dalga geçtim, yüzüne yüzüne random asdasdasda diye güldüm. Çok pişmanım şu anda, kız bildiğin afet olmuş, saçları kahverengi olmuş falan, allahın sopası yok işte gençler :/

- Solcu kesime bence bu kız cemaatçi abla tipi var bunda hımm dedim, cemaatçilere de bence kızıl komunist baksana yazdıklarına aaa böylelerini sallandıracaksın bak yapıyor mu bir daha! dedim. Her kesimi oyuna getirmeye çalıştım. Bize CIA kamplarında öğrettikleri her türlü dezenfarmasyona başvurdum ama bir türlü kıramadım ona olan sevgisini insanların. Öyle güzel bir insan.

- Çok fazla asıldım. Rahatsız ettim. Laf attım. Misal, arabam var gezdireyim mi? veya seni sevmek suçsa cezam müebbet olsun gibi şeyler söyledim. Bir günde hiç unutmam gördüm yine yolda yürüyor french, sşht!kız! göbeen görünüyooor.. dedim, yaa işte... Çok pişmanım :/

Neyse daha fazla yazamayacağım, kendimden soğudum, lütfen beni böyle hatırlamayın pamuk gibiyim ben aslında ama çevrem kötü, eğitim şart:P

Kısaca işin özü frenchoje'den bu yazı vasıtasıyla özür diliyorum. Özür dilemekten çekinen biride değilim zaten, çok yaptığım bir şey, ayılık çok yapıyorum demek ki :) ama pişman da oluyorum böyle. Hımm ayrıca ayılık katsayımı da doldurdum çok dikkatli olmam gerek yoksa sonra cennette hurileri beklerken zebanilerle başbaşa kalacağım.

İçim ürperiyor ya evde yoksan :/ - http://fizy.com/#s/1aiyoj
Devamı >>

17 Kasım 2011 Perşembe

ayy bloga evde yazı yazamıyorum "laleleri"

Merhaba, twitter güllerinin pembe çiçek (pink flower) açtığı ama blogger diye lanse edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Hayat ne kadar zor değil mi? Ayrıca doğuş çiçek açmış çok mu yani bunun yanında. (belki yaz gelecektir) Neyse, az önce sakin sakin geçen gün yediğim şefkat tokadının acısı hal geçmemişken (ama vazgeçmem) blogun birinde bir röportaj gibi bir şey gördüm. Acımı unuttum resmen, o kadar kederlendim. Konu: bloga yazıyı hangi mekanlarda yazıyorsunuz. Direkt aktarıyorum içeriği, sonra yorumlayalım. Oynat uğurcum...
"Yazılarımı yazmak için bir tek Gloria Jean's Tüneli tercih ediyorum. (...) Evde 'amaan sonra da yazarım' dediğin şeyi dışardayken daha disiplinli şekilde yapıyorum. Servise gelen garson ekrana bakmak için can atıyor, merak ediyor ne yazabiliyor olduğunu. Dışarıda yazdığın en sıradan metin bile heyecanlandırıyor insanları. Bu da bende daha çok yazma isteği uyandırıyor"



Evet olay bu arkadaşlar. Öncelikle belirteyim herkes istediği yerde yazısını yazar o kimseyi ilgilendirmez tabii. Ama beni güldüren şey şu tavır öhömm: (bir telefon görüşmesi...)

- lülülülü lülülüüüüü....
+ alöö efendim cınımm
- ayyy serpil kıs evdeyim şimdi oturdum iki satır yazayım diye ama sen gel konsantre olama duruma. inanabiliyooo musonn, olmuyor olmuyooorr :/
+ ayy kıyamam kıss ne diyoosunn. hemen kalk gloria'ya gidiyoruz..
- evet yaa orası bir başka, kahveler, garsonlar, yakışıklılarr... ilham geliyoo yandan yandan resmeann. evde konserve (konsantrasyon) olamıyooruomm berkecan ile haftasonumuzu anlatmayaaa...
+ Evet yeaa berkecan ile yaşadıklarını anlatmalısın kızımm bana hemean çok önemliii!!

Temsili telefon görüşmemizde de gördüğünüz gibi bloglarda dünyayı kurtarmıyoruz. Büyük bir çoğunluk geyik yapıyor, yediğini içtiğini, giydiğini, çıkardığını ,aşklarını ,eskilerini, nefretlerini, ikinci bir şansa hayırlarını anlatıyor. Sıradan şeyler yani. Ayy konsantre olamıyoruuummm gerektiren bir şey yok. Ne yazıyorsa sanki. Gören de der ki vayy abla akademik makale yazıyor. Öyle bir ciddiyet var..

Kahvenin kokusunu duymam lazım yazmak için. Eee evde iç öyle yaz. Yok illa bir yere gidecek süslencek püslencek açacak minibook'unu yazacak... Yazılır tabii zevk meselesi ama oradan başka yerde yazamıyorum demek çok komik lan. Evde değil de cafe'de yazınca nobellik eser mi çıkıyor sanki. Evde de yazsan berkecan'ı anlatacaksın, cafe'de de.

Ben gayet yazıları ya işyerinde ya da evde yazıyorum. Öyle çok vaktimde yok zaten gideyim de bir cafeye yazılarımı döktüreyim oohh şakır şakır diye. En küçük boş vakitte yazıyorum hemen. Böyle tavırları da tasvip etmiyorum, adam olun lan azıcık :)

Vay arkadaş bloglar nereye gidiyor böyle, eskiden böyle miydi, evinde pijamasıyla, dağınık saçıyla başıyla, bir yandan hapşuran bir yandan yazan, çayını gidip kendi alıp içen blogcular vardı... Bir tek ben miyim bu şekilde yazan kalmadı mı hiç onlardan? :)
Devamı >>

15 Kasım 2011 Salı

Re: Bende kız msn'i var!

Merhaba. Öncelikle bu yazıyı Finduilas reis'in sende kız msn'i var mı hacı? başlıklı yazısına bir cevap olarak yazdım. Ayrıca bu yazıda etkilendiğim diğer bir kişi de geceleri gizli gizli blogunu okuduğum zamanında çeşitli kıro eylemlerime ve ayılıklarıma maruz kalmış biri olan frenchoje'dir. Gizli hayranıyım çok da yüzsüzüm. Evet, kaynaklarımızı ve ayılık geçmişimizi (çok kabarık) belirttik, kemerlerimizi bağladıysak uçuşa geçebiliriz..


Yukardaki iki blogcu arkadaşımız msn'e laf vurdurmuş durmuşlar bugünkü son yazılarında. Birisi yok demiş efenimm iştee msn'e bilmem iki milyondur gün girmiyorum falan birisi taa üniversitede tanıştım falan şöyle de böyle de.. geçiniz bunları efendim. Ben görüyorum her gün giriyorlar haha :) (çamur at izi kalsın) Bendeniz sizlere ilkeli bir blogucu olarak (taaa 2008'den beri) msn geçmişim ile ilgili tüm gerçekleri tüm kalbi duygularımla anlatacağım. Gelecek nesillere bir yol gösterici olacağı düşüncesindeyim. Ben yaptım sizler yapmayın :/

Msn demek ben demekti bir zamanlar. O zaman gençtim tabii şimdiki gibi hemen yorulmuyor böyle atik, çevik 10 kaplan gücünde falanım. Neyse, o günlerde o güzel günlerde ben lisedeyim. Okuldaki yollularla takılıyorum. Aslında utanıyordum da daha gözüm açılmamıştı o zamanlar. İstismara uğradım resmen. Zordu lise dönemleri. yollular beynime soktu benim bu msn olayını. O zamanlar nerede bilebilirdim kaşar liseliler sayesinde gelecekte hayırlı işler olacağını bu msn denen yerde..

O zamanlar sadece iki msn adresi kullanıyordum. Biri garsoniyer biri evladiyelik olan. Garsoniyer olarak nitelendirdiğim adresimde daha çok yeni tanıştığım veya tanışmadığım adresi bir yerlerde elime geçenlerden oluşuyordu. Bir nevi Nuri Alço tarzının msn'e yansıtılmış hali bu durum. Tıpkı iki telefon hattımın olup birinin faturasız birinin de faturalı olması gibi bu da. Ciddi düşünmediklerinle faturasız üzerinden konuştuğum gibi msn adresi olarak da garsoniyer olanı veriyordum. Yıllardır bu böyle, bildiğin tarz yaptım. O değilde garsioniyer ne pis bir kelime arkadaş, tiksindim şu an :)

Ayrıca yarasalı, yarasasız, çilekli, elmalı, ampüllü, (H)'li falan bir sürü şey kullandım dikkat çekmek için. Pişman mıyım peki değilim yine olsa yine yaparım. Hatta önce ben yazmam yazmasını beklerdim bir zamanlar, cool olunca kızlar daha çok düşer diye düşünüyordum, sonra başkası kapıyordu tabii. Böyle hayal kırıklıklarıyla dolu bir msn yaşantım var aslında :/

Yine, bu son zamanlarda msn'den beklediği ekmeği bulamayan cin fikirlilerin gtalk yahu gtalk msn'de neymiş ekleşelim söylemleri çok iyi taktik, kaçırdım ben o treni, bu kez pişmanım ama ah ah! Ama bir Fazıl Say atasözü der ki: "gtalk yavşaklığından utanıyorumm"

Böyle kepazeliklerle dolu bir msn hayatım var arkadaşlar. Ama artık uslandım. Yapmıyorum böyle şeyler. İsteyen arkadaşlar sarışın olanlar öncelikli tabii msn adresini bana verebilir bu konuda tartışabiliriz ve beni msn konusunda rehabilite edebilirler, her türlü fikre açığım, çok ihtiyacım var. Soğuk bir kasım gününde bir msn mağduruna yardım etmek ne kadar sevap anlatsam kelimeler kifayetsiz kalır. Ayrıca gerçekten kız msn'i var zor günlere sakladığım hehe. :) Yok lan yok nerede olacak eskiden olsa tamam da şimdi of off, hayat çok zor :)

Sizi seven ukturk xoxo (bunu da çaldım) (parantez içini seviyorum)
Devamı >>

13 Kasım 2011 Pazar

Blog ödülleri 2011 | katılmamak için on yüz bin milyon baloncuk

Merhaba. Yaş ilerledikçe yani daha doğrusu yaşlandıkça artan işlerle birlikte bloga da pek yazamaz oldum. Eskiden böyle miydi yahu. Blog dünyasına nerede bir çıtır düşse yeni öhömm yani iyi bir yazar gelse hemen bulurduk. Daha ürkek bir ceylanken. Ah ah kederlendim hehe:P Yazmamanın bir çok sebebi var evden uzak olmam falan ama bunlar yine de bir kaç şey yazmamıza engel olmamalı dye düşünüyorum.

Konu, her sene olduğu gibi bu sene de hortlayan blog ödülleri olayı olacak. Adı da değişmiş Türksel süperlig gibin bir şey olmuş. Blog ödüllerine katıldık veya katılın diye bir şey demeyeceğim, blogunuza hiç bir getirisi olmadığını düşündüğüm bu yarışmaya neden katılmamalısınız bunlardan bahsedeceğim maddeler halinde :)


  • Blogunuz daha bilinir hale gelmeyecek. Daha iyi bir blog için yarışmaya değil daha iyi yazmaya bakın.
  • Blogunuz değil sponsorlar kazanacak. Blogunuz üzerinden bedava reklam yapacaklar.
  • Blogunuz bir kobay olarak kullanılacak.
  • Yarışma sonunda öyle büyük hediyeler kazanmayacaksınız. Mousepad, ve top şeklinde radyo hediyeleri sizleri bekliyor. Ayrıca eşantiyon anahtarlıklar da olabilir tabii..
  • Blog ödüllerine katılmak blogunuzu daha iyi yapmaz tam aksine daha da sıradanlaştırır.
  • Kimin ne kadar çok arkadaşı varsa o kazanır yarışmayı. İnternet camiasında köşebaşları kapmış vatandaşların kazanacağını söylemek hiç de zor değil.
  • Kategori içerisinde 100'lerce blog arasında kaybolmaya mahkumsunuz. Kimse tek tek bloglara bakıp oy vermez. Dedim ya sıradanlık üst boyutta.
  • Oy almak için girilen ezilip bükülmeler de bir ayrı eziklik yaşatır bünyenizde. Yarışmadan sonra ah keşkeler fayda getirmeyecek.
  • Yarışmadan bloglarınız değil organizasyonu düzenleyenler ve sponsorların karlı çıkacağını unutmayın, boş hayallere dalmayın.
  • Kutuplarda penguenler üşümeye devam edecek, değişen bir şey olmayacak!1
  • Tayyip ile van minutlü anlar geçmek bilmeyecek yine,
  • Üniversitede kızlar teklif ediyormuş diye yine binlerce genç kandırılacak, saf ve temiz duygularıyla oynanacak. (en çok da buna üzülüyorum, yürek dayanmaz!)
Sonuç olarak kişisel görüşümdür, katılmayın arkadaşım. Bir yaşlı amcanız (27) olarak tavsiyemdir. Yok yaptınız bir yanlış geri çekilin zaman geçmeden. Bu tarafın bir de öbür tarafı var, hesabını veremezsiniz vallahi hehe :) Ama katılmayı tercih eden arkadaşlara da saygım sonsuz onu da belirteyim. :)

Neyse sağlıklı mutlu bloglamalar. Bir blog atasözü der ki, "blog blog dediğin nedir ki gülüm, ben senin için yaşamayı göze almışım"
Devamı >>

26 Ekim 2011 Çarşamba

''Türkiye kurtarma için''

Sanki bu ülkedekilerin birbirinin kıymetini anlaması için kötü bir şeyler olması gerekiyor. Evet aslında gerekmiyor ama öyle oluyor işte.

Normal zamanda birbirine giren, her fırsatta birbirinin kuyusunu kazmaya çalışan Türkler, böyle kötü olaylar meydana geldikten sonra birden silkelenip ''biz napıyoruz abi?''ciliklere başlıyor. Hemen yardımlar, birbirine tutunmalar, devletçilik oynayanları bir kenara atıp onlara kendi kendimize de yetebildiğimizi göstermeler.

Hani ailelerde birbiririne zıt kardeşler vardır, normalde sürekli dalaşıp birbirlerine laf sokma telaşına girerler de, herhangi birinin başına kötü bir şey geldiği zaman o zıtlıklar ortadan kaybolur ya işte öyleyiz biz de.

Bu zıtlıkların ortadan kaybolduğunu görünce mutlu oluyorum, diyorum ki ''galiba o kadar da fena değilmişiz, meğerse umut hala varmış'' . Hele az önce ekşisözlükteki bir entry'i okumam ve akabinde salya sümük ağlamaya başlamamla birlikte gerçekten hala umudun var olduğunu anladım. Buyrun siz de okuyun, ama dikkat gözünüze bir şey kaçabilir...
ömrü hayatımda duyduğum en anlamlı söz oldu bu.

ağlaya ağlaya yazıyorum bunları...

deprem olur olmaz van'a kazak, bot, mont gibi eşyalar gönderirken montun cebine "geçmiş olsun kardeşim, ben de gölcük'te senin şu an yaşadıklarını yaşadım. maddi manevi ne sıkıntın olursa bana 05xxxxxxxxx numaralı telefondan ulaşabilirsin, hiç çekinme." yazılı bir kağıt koyulduğundan 3 gün sonra gelen mesaj:

"allah razı olsun kardeşim. şu an gönderdiğin montla ısınıyorum. sana söz bir gün sen düşersen ben de seni kaldıracağım."
Devamı >>

23 Ekim 2011 Pazar

Acun Ilıcalı: Tayyip'in annesine duyarlı, şehidin annesine saygısız!

Merhaba. Yeniden :) 3 haftalık süre kadar Türkmenistan'daydım. Yoğun olduğumdan ve çok gezdiğimden dolayı ayrıca internetin pek sağlıksız olması nedeniyle blog olayından pek uzak kaldım. Bu açığı kapatmak gerek, hemen kapatalım. Dünün en büyük olayı biliyorsunuzdur Acun Ilıcalı denen şahsın programını ertelemeyip müzikli, eğlenceli ve bol kahkahalı yayınına devam etmesiydi. Buna çok tepki gösterildi gördüğüm kadarıyla...


Çünkü Acun efendi başbakanımızın annesi öldüğünde programını yayınlamamış saygı gerekçesiyle (saygı duyarım kendi tercihi yalaka diye nitelendirilemez!) ama konu şehitlerimize gelince aynı duyarlılığı göstermedi deniliyor. Yukarda yalaka diye söylenemez demiştim ama eğer şehitlerimize de aynı duyarlılığı gösterseydi. Bu durumda kocaman bir yalak oluyor. Hatta kendisine yılın yalakası diyebiliriz.

Yani nedir bu adamcağızın olayı Tayyip'in annesine duyarlı, şehidin annesine duyarsız. Duyarsızlığı geçtim üstüne bir de saygısız bir tavır olarak görüyorum. Zaten her kesimden tepki aldığını da görmek mümkün. Savunulacak bir tarafı yok. Bayülgen'in de dediği gibi riyakarın önde gideni bu şahsiyet. Bulunduğu topluluğa yakışır! biri, devam koçum benim!!

Allah şükür bir tek programını bile izlemiş değilim. Onu izleyip izleyip haha hihihi deyip sonra da eleştirmek pek bir şey ifade etmiyor. Böyle zihniyete sahip insanların iyi yerlere gelmesini pek istemem ben şahsen. Halkımıza da düşen izlememek olacak ama 2 günde her şeyi unutan gerizekalı bir topluluk olduğumuzdan (malesef öyle) haftaya reyting rekorları kıracağına şüphem yok. Televizyon denen aptal kutusu tam bize göre, aç ağzını izle. Ohh bedava eğlence! Böyle hayatı umursamaz, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın düşüncesine sahip insanların başlarına türlü türlü felaket gelmesi beni nedense hiç üzmez. Boşuna ülke içinde oksijen tüketiyorlar sadece tüketerek!

Ülkede yapılan güncellemelere ve bu kadar şehite rağmen hala ülke iyiye gidiyiii zihniyetine sahip koyunlardan oluştuğumuzu hiçbir zaman unutmayalım. Ne zaman o koyunları kurt kapar o zaman adam oluruz. Yoksa acun gibi böyle köylü kurnazları daha çok rant yer buradan yaptıkları ve yapmadıklarıyla. Aslında suç bizlerde. Büyüttüğümüz adam bak. Kim ki? Yazdığım iyi oldu, içinde kalmadı, neyse alayına gider bu yazı. Nokta.
Devamı >>

3 Ekim 2011 Pazartesi

Türkiye'nin Neden Dünya Markası Yok ki?

Hellö sevgili BlogMania okurları.

Çook çook uzun zamandan beri yazmıyorum zannederim bu aziz bloga. O yüzden dedim yetti bu kadar ayrılık, şu son zamanlarda kafama taktığım konuyu masaya yatırayım. Hem bakalım Blogmaniacılar ne düşünecek benim tespitlerim konusunda acep?

Efenim, New York'a gelince uzun zamandır görmediğim arkadaşım Gökhanla yeniden o pazarlama sohbetlerimizden birini yaptık. Yine ne kadar keyifli bir sohbet olduğunu anlatmama gerek bile yok aslında. Gökhan Türkiye'deyken de sohbetinden en keyif aldığım insanlardan biriydi. Laf lafı açtı, onu eleştirir, buna kızarken sohbetimiz döndü dolaştı yine geldi aynı konuya: "İşte abicim, Türkiye neden marka çıkarmıyor sorusunun cevabı budur" dedik ikimiz de.


Bize göre en büyük sebeplerinden biri "uyanık esnaf" kafasından bir türlü sıyrılamamamız. Birçok başarılı iş adamı ya da profesyonel yola idealist çıkıyor belki de. Kafalarındaki hayali gerekleştirmek için çok uğraşıyorlar. Kimi zaman insanlara usanmadan sıkılmadan projelerini anlatıyorlar. Yeri geliyor devlet kapısında işlerini halletmek için sürünüyorlar. Ya tüm bunların yorgunluğu idealleri unutturuyor ya da işler tıkırında gitmeye başlayınca alınan arpanın tadından idealler unutuluyor, göz ardı ediliyor. En çok kızdığım, eli biraz para görünce daha fazla para hırsıyla kalitesinden, farklılığından vazgeçip ucuzcu (ham madde ya da iş gücü) olmaya başlayan kesim. Böyle köylü kurnazlığıyla nasıl insanları peşinden sürükleyen, arzulanan bir marka çıkarabilirsiniz ki. Herkesten önce siz yaptığınız "şeye" olan tutkunuzu yitirmişsiniz. Sizin tutkunuzu yitirdiğiniz "şeye" (ürün) insanlar neden daha fazlasını ödesin neden onu üstünde taşısın?

Bu yazıyı hazırlarken aklıma daha çok başlık gelmeye başladı. (:

Zannederim bu başlıklardan biri de kurumsallaşamamış zihniyetlerimiz olur. "Profesyonellik" kelimesinin anlamını bilmememiz; bize treni kaçırdık mı kaçırıyor muyuz, konuşmalarını yaptıran düğüm noktalarından biri aslında. İşi bilenden ziyade berikinin yeğeni ötekinin bacanağına yaptırarak nasıl bir kurum kültürü oluşturabilirsiniz.

Konuşacak, üstüne eğilip düşünecek çok nokta var aslında ve bu konu tartışması o kadar lezzetli bir konu ki deyim yerindeyse ağzımın suyu akıyor.

-------------------------------------

Amerika'dan bahis açıldı. Sistemlerinin ne kadar gelişmiş olduğundan, müşteri tarafında sorunların ne kadar çözümcü ve ne kadar tıkırında yürüdüğünden, Amerika' nın nasıl marka cenneti olduğundan. Interbrand.com' a göre 2010 yılındaki en iyi markalarda ilk 10'daki 9 markanın Amerikan markası olması sanırım tesadüf değildir*. Düşününce şaşırmamak gerekiyor aslında. Frederick W. Taylor 1911 yılında yönetimin bilimsel ilkelerini kitaplaştırırken  sanırım biz Dünya Savaşı'na girip girmemeyi tartışıyorduk. Bırakın markalaşma sürecini ortada fabrikalaşan bir ülke yoktu. Türkiye yokmuş hatta ortada.

Siyasal açıdan evrimini ve gelişimini tamamlayamamış bir ülkeden zaten markalaşmayı nasıl bekleyebiliriz gerçekten bilmiyorum. Ülkenin birçok sorununda her ne kadar farklı dengelerin (grupların) sözü geçiyorsa da; ülkeyi oluşturan tebaanın da cahil ve bilimsellikten uzak olması, tüm bu süreçleri daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor.


Neden kolayca marka olabileceğimiz bazı konuları başkalarına kaptırdığımız (Rumların Türk Kahvesi dahil birçok şeyi nasıl kendi markaları gibi kullandığını görüyoruz. Bu konuda oldukça başarılı bir yol izlediklerini düşünüyorum. "Ülke/marka" konusu devreye giriyor burada devreye ki; kesinlikle önem arz eden diğer bir başlıktır "markalar" konusunda.) konusuna gelecek olursak eğer; bu noktada toplum olarak içine kapalı bir sisteme sahip olmamız konusunu dile getirebilirim. Tarihimizi ve öz değerlerimizi yeterince bilmediğimizden, diğer toplumları; zengin kültürel mirasımızla etkileyeceğimize, üstüne bir de alt-kültürlerden etkileniyoruz. O yüzden yıllardan beri gelen din tartışmaları var bu ülkede. Aslında tartıştığımız şeylerin birçoğunun  Arap kültürüne ait olduğunu birçoğumuz bilmiyoruz bile.

Yurt dışında güçlü bir topluluk bilincimizin olmaması sanırım diğer ana noktalardan biri bu başlıkta. Tüm bunların önemini çok yeni fark etmeye başladık toplum olarak. "Ülke/marka" konusunda en çok güldüğüm şey ise tembelliğimiz yüzünden yıllardır umursamadığımız konularda birden milliyetçilik damarlarımızın kabarması. Komşu yıllardan beridir sistematik çalışmış; adam tabi ki Türk Kahvesini de sahiplenir, rakıyı da beyaz beyniri de, döneri de, mezeleri de... Şimdi millliyetçilik yapmak yerine sakin şekilde marka çalışmlarına devam etmeli (:


Dedim ya bu marka konusu enfes bir konu. Yazıyı yazma amacım ikinci paragraftaki konuydu sadece. Gelin görün ki daha neler neler çıktı düşününce. Eminim daha değinmediğim birçok alt başlık (hatta belki ana konu :)) da vardır. Mesela değinmek istediğim konulardan bir tanesi de ara ürün ihracatına yoğunlaşmak, dış ticaret hacmindeki delik...

Son söz olarak marka yaratmak isteyen sevgili arkadaşlarım  lütfen yabancı isimlere göz dikmeyin. Bunu yaparsak yine bize "has" bize "özgü" bir şey olmayacak. %100 Türk tadı olmayacak. Ha tabi bir de bunu yaparken Laleli'deki ya da Nişantaşı'nın arka sokaklarındaki çakma isimlere benze ihtimalinden bahsetmek istemiyorum bile (:

Sizden son ricam şu linklere daha göz atmanız olacak (: [1] [2] [3]

Daha yapılacak çok şey gibi görünüyor, haa... Ne dersiniz?




*Listenin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Betül KARA

22:39
27 Eylül 2011, Salı
Devamı >>

24 Eylül 2011 Cumartesi

Bir blogcuyu bekleyen 5 büyük tehlike

Merhaba sevgi kelebeği blog sever seray severler. Az önce "ahh ya eskiden iki günde bir yazı yazardım ben buralara şimdi neredeyse on günde bir diye düşünürken yakaladım kendimi. Efkarlandım haliyle. Hemen kapadım maçı falan açtım bilgisayarımı başladım yazmaya. Bugün ele alacağımız konu biz blog yazarlarını ve blog severleri yakından ilgilendiren bir konu olacak. Şöyle ki, 

"Bir blogcuyu bekleyen 5 büyük tehlike"

 - Aşık Olmak

Çilekeş bir blogcunun başına gelip gelecek en büyük olay bu olsa gerek. Bir blogcu ancak aşık olarak bloguna ve blog yazan parmaklarına bu kadar eziyet edebilir. Neden yahu aşık olmuş ne olacak diyenleriniz var duyuyor gibiyim. O eskiden şakıyan, neşeli neşeli yazılar yazan blog olayında bir derya olan kardeşimiz, canımız ciğerimiz aşkın ateşine düştükten sonra biraz yumuşak, biraz aşk böcüğü tarzında şeyler yazması ile sonra çok pişman olacaktır aslında yazdıklarını görünce aşkın ateşi bitince. Para bitip aşk bitince yazacağı şeylerden bir kaç kesit ise şöyle oluyor genelde. "ya benimsin ya kara toprağın, allahın var mı, sevmiştim lan, ne vardı bir kere öpsem, kızımız olacaktı!! ... Aşık olmayın lütfen, olacaksanız da uzak durun bloglarınızdan :) 

- Blog kondisyonunu kaybetme

Bloglarda son zamanların laneti bu olay. Bir çok blogcu uzun aralar yazmama sonucu eskiden şakır şakır yazdıkları sayfalara hiç bir şey yazamayaya başladılar. Aslında yazmak istiyorlar, için için yanıyor yanıyor bu gönlüm havasındalar ama gelin görün ki o eller bir şeyler yazmıyor. Ben bunun bir kara büyü olduğu düşüncesindeyim bunu kırmamız gerek, biliyorum acı çekeceksiniz biraz yazerken ama yaşlılar güneşli günler için, genç erkekler sarışınlar için, güzel kızlarımız yakışıklı esmerler için bunu yapmamalılar... (duygu dolu anlar, sarılmalar) 

- Vize-Final Haftaları (Öğrenci Özel)

Blog alemi genelde öğrenci kardeşlerimizin talanı altıda ya da öğrenciyken blog yazmaya başlayanlardan oluşmakta. O yüzden bu seçenek epey bir kitleyi kapsıyor aslında :) Öğrenci insanı özellikle sınav öncesi orada burada gezmiş dolaşmış, okulun en çok kantinine uğramış bir tip ise bir de blog yazyorsa haliyle kendisini sınav öncesi bir sıkıntı basacak ve şizoya bağlayacaktır. Bunu da bloguna yansıtacaktır haliyle. Bunlarda her sınav öncesi karşılaşıyorum böyle "ayy canım yaa kıyamam" moduna giriyorum hemen. O kadar kötü durumdalar yani. Ne kadar kötü durumlara bürünüyorlar bloglarında derseniz "Final haftalarında blogcuların ruh halleri" başlığı altında ele almıştım ayrıca :) 

- Taklit-Özgün Olamama

Bu daha çok yeni yeni yazmaya başlayan arkadaşlarda görülen bir şey. Önemli olan bunu zamanla yok edip kendi çizgini oturtmak aslında. Başlangıçta birilerinden etkilenip yazmaya başlamak gayet normal aslında. Ama bunu sürekli hale getirmek ve taklit ettiğiniz blogun çizgilerini devam ettirmek çok ezik bir şey diye düşünüyorum. Kendi cümlelerini kullanmamak, cümlelerinini taklit ettiğin kişi gibi kurmaya çalışmak nasıl bir zihnin ürünü bilmiyorum. Öyle yapınca bu blog yazmanın eğlencesi, hobisi nerede kaldı arkadaş. Bu şekilde davranan, yazan, yazmayı düşünenler bence hiç yazmasın. Bu alem size göre değil, gelin size ben gold üyelik hediye edeyim istediğiniz siteden, tam size göre ehe :) 

- Kendini büyük bir "yazar" sanmak

Öncelikle belirteyim orada burada yazar kisvesi altında dolanan bir çok tipten çok daha iyi yazan arkadaşlarımız var. Benim bahsettiğim takipçi sayısı arttıkça, daha fazla yorum ve beğeniler almaya başlayınca orası burası ayrı oyanamaya başlayan "ayy ben süperim yahu" havalarında dolanan, kendisini nimetten saymaya başlayan blogculardır. Bir blogcunun düşübileceği en aşağılık durumlardan biri bu sanırım. Dün neydin bugün ne oldun demek gerek bu tiplere. Altı- üstü bir blog yazıyorsun, ki bunu herkes yapabilir. Takipçisi çok olunca çok daha iyi blog yazarı olmuyorsunuz bunu belirteyim. Bir çok blogger biliyorum ki keşfedilmemiş ama çok iyi yazılar yazan. Kısaca bir blogcu takipçi sayım artttı, milyon tane yorum alıyorum havasına girdiği an bitmiştir zaten. Ölsün mümkünse :)

Blogların kıyamet alametleri gibi oldu yazı. Bana ayrılan sürenin sonuna geldim, esen kalın efenim :)

* İlk seri tehlikeler için tık tık
Devamı >>

9 Eylül 2011 Cuma

Blogların Burçları!

Merhabaa!!!

''İnsanların burçları oluyor da, blogların niye olmasın?'' diye düşündüm. Gayet de olur. Sonuçta bloga yazı girilen ilk gün blogun doğum tarihiyse, ona göre blogların burçları da olur.

Bakalım bazı blogların burçları neymiş, bloglarla benzer özellikleri varmıymışmış? (2 burç yazdığım blogların ilk yazıları silinmiş olduğundan mütevellit blog profillerindeki ''şu tarihten beri blogger'da'' kısmını esas aldım - yazılan 2 burçtan biri yani)

(sıralanış en eski tarihten yeniye göre)

Stickman - 18 Ağustos 2007 (adam dinozor beyler) - Aslan






Mrs Lovett - 3 Nisan 2008 - Koç






A. nur- 21 Nisan 2008 - Boğa





Pucca - 29 Nisan 2008 - Boğa






Siminya - 16 Mayıs 2008- Boğa






Blogmania - 16 Mayıs 2008 - Boğa





Malın Gözü - 14 Eylül 2008 - Başak






Bi dost - Ekim 2008 - Terazi / Akrep





Mrs baros - 1 Ekim 2008 - Terazi






Sycorox - 19 Ekim 2008 - Terazi






Finduilas - 20 Kasım 2008 - Akrep





Hbba - 30 Kasım 2008 - Yay




Dereotundan - 3 aralık 2008 - Yay





Ella - 08 Temmuz 2009 - Yengeç







Leah - 3 Eylül 2009 - Başak





Larien - 31 Ekim 2009 - Akrep




Glamdring - 20 Kasım 2009 - Akrep





Pippi Haşmet - Mart 2010 - Balık/Koç






Mia Wallace - 4 Nisan 2010 - Koç






French Oje - 29 Mayıs 2010 - İkizler



-
Şimdi google'a girip ''la bu burcun özellikleri neymiş ki?'' diye 2 saat araştırmayın diye burç özelliklerini de koyayım... HERŞEY SİZİN İÇİN CANLARIM ;))))8

Koç Burcu (Mrs Lovett, Pippi Haşmet 1, Mia Wallace) - Yaptıkları işlerde sürekli kendilerini kanıtlamak isterler. Bir işe başlarken eğer ayrıntılı plan yaptılarsa, güçlü ve hareketli yapıları sayesinde çok üretken olabilirler. Dik başlılıkları, bencillikleri ve asi tavırlarından dolayı zor duruma düşebilirler ve böyle zamanlarda başladıkları işleri sonuçlandırmakta güçlük çekerler. Çoğu zaman da sonuçlandırmadan bırakırlar. Sürekli kendilerini ön plana çıkartmak isterler. Bu sebeple olayları abartarak yada değiştirerek anlatırlar. Lider ve otoriterlerdir.

Boğa Burcu (A. nur, Pucca, Blogmania , Siminya) - Risk almaktan pek hoşlanmazlar, kendilerini emniyette hissetmek isterler. Güvenilir ve merhametlidirler. İnsanlara yardım etmekten hoşlanırlar. Kararlı, güvenilir ve sıcakkanlı olduklarından çevreleri tarafından aranırlar. Somut konulara karşı ilgililerdir. Bu sayede de ruhsal olarak doyuma ulaşmışlardır. Rahatlıklarına düşkün olan Boğa’lar, lüksten ve konfordan keyif alır. Para, düşledikleri rahata ulaşmak için sadece bir araçtır.

İkizler Burcu ( French Oje ) - Hızlı düşünüp hızlı hareket ederler. Aynı an da birden fazla işle uğraşabilirler. Her işe kolaylıkla uyum sağlarlar. Fakat sürekli fikir değiştirirler. Bu sebeple değişik karakterli olmaları ile tanınırlar. İkizleri anlamak zordur; çok mutlu oldukları bir anda aniden mutsuzluğa kapılabilirler. Yanlış anlaşılmaya müsaittirler. Bilgisi olmadığı konuları son derece ustaca gizleyebilirler. Tam olarak bilmedikleri konuda ustaca bilgi verip, dinleyenleri akıcı ve etkili konuşmasıyla rahatlıkla ikna edebilirler. Çabuk kavrayan zekaya sahiptirler. Çekici ve mantıklıdırlar.

Yengeç Burcu (Ella) - Son derece hassas, anaç, insanların bakımı ve eğitimi ilgilidir. Kendini açıkça göstermez, bu biraz güvensizlikten, biraz da gizlilikten yana olmasından kaynaklanır. Bu güven eksikliği ve kendine dönüklük ile mücadele etmesi gerekir. Bunu, en derinde gizli duygusal enerjiyi yaratıcı bir girişimle yüzeye taşıyarak yapabilir. Duygusal ilişkilerde çok özverilidir.

Aslan Burcu (Stickman) - Emir almaktan hoşlanmaz ve yönetmeyi çok severler. Organizasyon yapmaktan hoşlanırlar. Herkese söz hakkı verirler fakat en son sözü kendileri söyleyerek isteklerini başkalarına kabul ettirmeye çalışırlar. Çevresiyle ilgilidir ve yardım etmekten hoşlanırlar. Merhametli, neşeli, sevecen ve iyimserdirler. Kendilerine hatalı davranılsa bile dostane tavır sergilerler. İyi niyetlerinin suistimal edilmesinden hoşlanmazlar ve böyle bir durumla karşılaştıklarında sert bir şekilde karşılık verirler.

Başak Burcu (Malıngözü, Leah) - Detaycı, dikkatli, çalışkan ve zeki olan Başak’lar iş konusunda oldukça başarılıdırlar. Başarıya ulaşmak için ellerinden gelenleri yaparlar. Pratiklikleri sayesinde gerektiğinde olaylara anında müdahale ederler. Çalışmayı ve üretmeyi seven Başak’lar yaşamları boyunca dinlenmeden çalışırlar. Tembellik yapmak onlara zor gelir. Aşırı detaycı olmaları ayrıntılara takılı kalmalarına neden olsa da genelde sağlam adımlar atmasına yardımcı olur.

Terazi Burcu (Mrs baros , Sycorox,Bi dost1 )- Terazi’ler dengeye önem verirler. Bir konu hakkında olayları ölçmeden, tartmadan, denge kurmadan karar vermezler. İlişkilerinde de dengeye önem verdiklerinden güçlü adalet duygularına sahiptirler. Haksızlığa tahammül edemezler ve herkese adil davranırlar. Kolay sinirlenmezler, genelde naziktirler fakat ısrar ve zorlanmaktan hoşlanmazlar. Bu gibi durumlarla karşılaştıklarında sabır ve nezaketlerini yitirebilirler.

Akrep Burcu(Finduilas, Larien, Glamdring, Bi dost2) - Duygu ve düşüncelerini karşı tarafa kolayca iletebilirler. Mantığıyla hareket etse de aşırı duygusaldır ve duygularına kapılırlarsa tehlikeli olabilirler. Dürüstlüğe önem verirler; ukala, ikiyüzlü ve kendini beğenmiş insanlardan hoşlanmazlar. Doğru bildikleri konularda taviz vermezler. Her şeye karşı aşırı kuşkucudurlar. Kolay kolay inanmazlar fakat inandıkları konuları da sonuna kadar da savunurlar. Çalışmalarında özenli ve sabırlıdırlar.

Yay Burcu (Hbba, Dereotundan) - Kavrama yetenekleri ve becerileri sayesinde her işin üstesinden kolayca gelebilirler. Dikkatsizce riske atılabilirler fakat hatalarından dersler çıkarmayı da bilirler. İçtenlikleri ve iyimserlikleriyle birçok arkadaş edinebilirler. Özgürlüğüne aşırı düşkün olan Yay’lar kısıtlanmaktan ve emir almaktan hoşlanmazlar. Dikkatsiz, kaprisli ve patavatsızdırlar. Çabuk sinirlenirler, kısa sürede sakinleşirler, kin tutmazlar.

Balık Burcu (Pippi Haşmet 2) - Çok iyi niyetlidirler, anlayışlıdırlar ve herkesle iyi geçinirler. Kolay dağılırlar ve başarılı olmak için motivasyona ihtiyaçları vardır. Politika ve sanat konusunda duyarlıdırlar. İşini gerçekten severse çok başarılı olabilir. Paraya ve maddiyata önem vermezler. Diğer insanların ihtiyaçlarına karşı hassas olduklarından ellerindeki son kaynağı bile başkaları için harcamaktan çekinmezler.

(^kynk. burclar.com.tr)
Devamı >>

4 Eylül 2011 Pazar

Adanalı olmanın bir özellik sanılması saçmalığı

Merhaba az sonra ahkam keseceğim. Lütfen çocukları ekranların başından tutup kaldırınız. Bu sayede hem kol kası yapmış olacak hem de çok sevecen şiri mi şirin çocuklarınızı da bu zararlı etkiden uzak tutmuş olacaksınız. Yazı konumuzu akdeniz bölgesinin doğu akdeniz diye nitelendirilen tarafında yer alan Adana ilimiz oluşturmakta olup pek sevgili Adanalılar da yazıya konuk oyuncu olarak katılacaklar. Çok atarlı bir yazı olması dileğiyle başlayalım :)



Uzun zamandır garibime giden son zamanlarda daha da alevlenen bir durumdan bahsedeceğim. Adanalı arkadaşların hepsinin kendisini birer kabadayı olarak görmesi sorunsalı beni benden alıyor. Aslında bir çoğu daha çok kıro ve apaçi kadrosunuda istihdam ediliyor ama farkında değiller. Kızları da ayrı bir hoş oluyor bunların. Böyle bir havalar falan. Bir şey oluyor mesela hemen söylenen ilk söz "ben adanalıyım" veya "biz adanalıyık". İçimden biz neyiz lan diyorum bu söz üzerine. Adanalı olmak ne zaman bir statü sembolü veya üstünlü belirtisi oldu. Acaba sevgili adanalı kızlarımız ve beyzadelerimiz "oğlum ben adanalıyım" dedikleri zaman bizim tırsacağımızı falan mı sanıyorlar hıı? Beyin bedava sanırım. Çok güneşte kalmamak da lazım ayrıca. Ondan hep, sulanma falan sonra buharlaşma. Bu böyle gider...



Bir söz var. "Adana: Türkiye'nin en büyük köyü" diye. Çok doğru bir söz bence. Adanalı arkadaşlar alınmasın ama Adanalıla bir garip insanlar. Belki de fazlasıyla ön yargılıyımdır bu konuda o da olabilir. Ama bir gerçek var, hepsi kendini nimetten sayıyor. "Adanalıyık, Allah'ın adamayık" sözü de bir garip. Allah'ın adamı ile Adana'nın yakında uzaktan yakından bağı yok. Adanalıları bilmesem haa lan öyle mi derdim ama öyle değil. Ayrıca o sözün devamı da var bilmeyenler için -



"Adanalıyık

Allahın adamiyık

Virajda sollarık

Düzde basarık

Gündüz pamuk toplatırık

Gece karı hoplatırık"


Bu Adanalı arkadaşlarımız genelde tek başına bir şey ifade etmezken 5-6 kişi olduklarında "biz adanalıyıkk layn" nidalarını atabilecek dereceye yükseliyorlar. Evrim bu olsa gerek. Ama gel gör ki sonuç hep hüsran. Bence bu 'Adanalıyım ben' antipatik havasından bir an önce uzaklaşmalılar. Kızlarını da sevmiyorum onlar da sana bayılıyordu sanki diyebilirsiniz. Bayılmasınlar lütfen istemiyorum :)



Sonuç olarak Adanalı olmak bir meziyet, özellik, farklılık anlamına gelmiyor. Tam tersi bir durum söz konusu aslında. Ayrıca her Adanalı kardeşimin de bu şekilde olduğunu da iddia etmemekle beraber sağlıklı ve mutlu günler dilerim. Çocuklarınızı yeniden ekranların başına oturtabilirsiniz. Hımm ayrıca belirteyim şu ülkede en sevdiğim kitle karadenizli kardeşlerimdir. Sevgili adanalılardan da fantastikik küfürler beklediğimi de belirtir giderim. Bu işi iyi biliyorlar haklarını yemeyelim :)



Son.



"Adanalıyık,

Allaan adamıyık,

Kimsenin olmadığı yerde

Delikanlıyık"

Devamı >>

23 Ağustos 2011 Salı

Betwin Us | ikiz moda

Merhaba sevgili moda seven blog severler. :) Bir güzel mi güzel şirin mi şirin moda blogu ile daha beraber olacağız. Blog dünyasında bir ilk bu blog. Bu kadar şirinini görmeniz mümkün değil vallahi değil. Gördüm diyen yalan söylüyordur. Tamam şirin bloglar olabilir (misal ben :P) ama "Betwin Us" blogunda bu şirinlik iki katı. Çünkü iki taneler. :P İkiz blogcularımız ama tek yumurta değiller yine ama çok benziyorlar. Ben daha önce hiç ikiz blogcu görmemiştim. Çok heyecanlıyım şu an bu yazıyı yazarken ter içinde kaldım. Blogları henüz çok yeni ama şimdiden blog camiası içinde kabul görmüş, sevilmiş ve kızlarımız tarafından bağırlara basılmış durumda. Blog hakkında anlatılacak çok şey var : )





Blogun Adı: Betwin Us



Başta da dediğim gibi ikiz kız kardeşler tarafından tutuluyor blog. Blogcularımızın isimleri Dilem ve Gizem. Bu moda tutkunu kızlarımız tam 26 yaşında. Benim gibi yaşlı blogculardan (27) sıkılanlar için birebir ayrıca:P Nisan ayından beri bu güzel blogu tutuyorlar. Blogcularımızdan Gizem’in daha önce de bir blog geçmişi var. Bir kişisel günlüğü var gizli teras isminde. Betwin us blogu böyle bir andan olup bittiye gelmemiş. Daha önce Gizem’in blogunda anket yapılmış isim konusunda falan. Kısacası daha önce düşünülmüş ve hayata geçirilmiş bir blog. Zaten kızlarımız da böyle bir moda altyapısı veya kültürü olmasa böyle başarılı blog ortaya çıkmazdı sanırım : ) Blogu biraz gezince anlamak güç değil bu durumu.





Ayrıca blogcu kızlarımızdan Gizem Temmuz ayı içerisinde mutlu bir evliliğe yelken açmış durumda. Evlilik insanı daha bir güzelleştiriyor diye bir şey duymuştum zamanında birinden. Kimden duyduysam artık. Ben de bu sözü doğrulamak amacıyla öncesi ve sonrası fotoğraflara baktım. Gerçekten de doğruymuş, eskilerde gözüm biraz kamaşıyordu şimdi böyle güneş gibi bakamıyor insan o derece yani hehe : ) Mutluluklar diliyorum buradan, darısı benim gibi bahtsız, kısmetsiz blogcu arkadaşlara :P Dilem ise daha bekar sanırım, ayrıntıları bilmiyorum zaten konumuz moda, iyice magazin blogcusu gibi hissettim kendimi. Dilem’e de mutluluklar dileyelim sonra demesin ayy Gizem’e dedi bana demedi diye :P Bugün bir şakacıyım bir şakacı hiç sormayın, tadımdan yenmiyorum, idare edin : )



Dilem ve Gizem bloglarında kendi tarzlarını bizlere yansıtıyorlar. Hani ben hep diyorum ya moda blogu dediğin Nil gibi olur diye. Bu blog da aynı o tarzda. Zevklerini, tercihlerini ve gittikleri farklı mekanlardaki farklı kombinlerini bize yansıtıyorlar. Hem İngilizce hem Türkçe blog tutuyorlar. Çok da zevkli olduklarını söyleyebilirim. Güzel renkler, güzel mekanlar ve güzel ikizlerimiz. Daha ne olsun : ) Eskiden böyle bloglar çok azdı elle saylıyordu gittikçe çoğalması bu şirin ve başarılı blogların beni çok sevindiriyor. Böyle bir damla gözyaşı süzülüp düşüyor gözlerimden:/





Bu duygu yüklü yazıma burada son verip tüm blogcu arkadaşlara iyi bloglamalar diler ve buram buram moda ve kalite kokan betwin us blogunu gözden kaçırmanın büyük bir hata olacağını bir kez daha belirtmek isterim :)

Devamı >>

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Hazine | Mektuplar 5 - Rüyalar 2

Üç gecedir hep aynı rüyayı görüyorum. Rüya mı yoksa gerçek mi daha karar vermiş de değilim. Çok mu çalışıyorum acaba ondan mı bu hallerim diye düşüncelere dalmış durumdayım. Bu rüyaların bir anlamı olmalı dedim ve bu mektubu yazmaya karar verdim. Hani gerçekse cevabı olur değil mi ? Ne kadar da zekiyim yahu kendime hayran kaldım şu an :) Rüyamda dediğim gibi üç gecedir bir hazine görüyorum. Nasıl bir hazine bu peki.





Daha önce hiç görmediğim güzellikte, zenginlikte. Hani böyle yerin altında falan da değil bu hazine. Böyle bakıyorum tam karşımda, iki üç adım atsam ulaşılacak uzaklıkta. Ama o kadar büyük o kadar güzel bir hazine ki insan elini uzatmaya, dokunmaya kıyamıyor. Uzaktan bakması bile bir haz veriyor insana. Sonuçta şu ahir ömrümde kaç tane hazine görmüşlüğüm var ki. Hiç görmedim bu şaşkınlığım bu şapşallığım normal bence. Aslında hazineye benzer bir çok şey gördüm ama sonra elimi uzatınca hepsi kayboldu, gerçek değillermiş. Dışı hazine içi alüiunyum folyoymuş. Evet öylelerini de gördü bu divane gözler. Rüyalara küstüm onlar yüzünden duygularımla oynadılar, kabusum oldular vizdansızlar!



Üç gecedir aynı rüyayı görmek beni biraz ürkütse de aslında bir açıdan da rahatlatmıyor değil. Demek ki bir şey var altında. Ya batacağız ya çıkacağız. Ben ki aynı yemeği yemem üç gün (kim yer ki sanki), gel gör ki aynı rüyayı görüyorum üç gündür. Bu hazinenin bir anahtarı veya bir sahibi var mı diye düşündüm. Yanlış olmasın başkasının hazinesine, hazinem demeyelim diye. Ama sanırım yok, olsa kalır mı böyle güzellikte bir hazine tek başına. Hem hazine bulanındır. Ben buldum ben alırım o kadar! Bu konuda çok netim!1!



Acaba rüyamdan gördüğüm bu hazine neyi anlatıyor bana. Hazine derken ne kastediyor bilinçaltım. Bilgili arkadaşlardan yardım diliyorum :/ Benimle oyunlar oynamıyor değil mi? Benim saf, temiz duygularımla oynamıyor umarım. Google’a sordum rüyada hazine görmek diye. Bana çeşitli sonuçlar verdi. Ama benim gördüğüm hazine o sonuçlardan çok daha üstündü. Demek ki daha önce gören olamamış böyle bir hazine. Acaba nereye harcasam bu parayı diye düşündüm bir an. Ama ya gördüğüm hazine başka bir şey ima ediyorsa bana. Ne pis bir rüyaymış arkadaş!



Mektubuma burada son vereyim en iyisi bir sonuca ulaşamayacak gibi, sanırım çok az uyuyorum son günlerde ondan oluyor bu rüyalar, ama yine de en yakın zamanda bu değerli ve güzel hazineye ulaşma niyetimi beyan eder, küçüklerin gözlerinden büyüklerin ellerinden öperim.



Büyü mü yaptılar acaba bana hep aynı rüya hep aynı rüya ://

Devamı >>

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Blogger N'lerini seçiyor | MimMania

Büşra ve Nora blogumuzu mimlemiş. Şu aralar blogger'da bir mim furyası başladı. Blogger'ın N'leri başlığı altında gerçekleşiyor bu olay. Ben de davete icabet etmemek ayıp olur düşüncesiyle pek şeker blogcularımızın teklifini değerlendirip yazı yazayım dedim. Aşağıdaki paragraftan kuralları okuyabilirsiniz (Hayal Meyal'dan çaldım :P )







Yazının başlığı Blogger N'lerini seçiyor ! "şeklinde olmalı.. Bir bütün halinde ilerlemeliyiz. Her kategori için en fazla 3 kişi yazabilirsiniz.. (Sadece bir kategori için 5 tane yazma hakkınız var. Çoğumuzun blog açmasına sebep olan şey, kendimizi anlatmak.) Ekstradan 1 kategori daha ekleyip, seçiminizi yapabilirsiniz. Aynı kişiyi birden fazla kategoriye yazabilirsiniz. Mim yazılarınız kesinlikle okunacaktır. Yazılarınız okunduğuna dair yorum bırakılacaktır. Bir gün içerisinde yazılarınıza yorum gelmezse mail atarak haber verirseniz en doğru sonucu elde etmiş oluruz. Kurallar için ayrıntılı bilgi için - birinceses@gmail.com (24 saat açıkmışş :P)


Gelelim N'lerime. Çok güzel N'lerim var benim. En güzel N'ler bein N'ler. Canım benim onlar : )



En İyi Tasarıma Sahip Blogger : Öyle bir blog yok : ) Hepsi birbirine benziyor. Muhalefet olmasan bir yerlerim eksik kalırdı zaten :P



En Güncel Blogger : Missbone, Hayal Meyal



En Meraklı Blogger: Bidost (Number ONE!!) :P



En Tatlı mı tatlı Blogger: Finduilas, Yejades, Larien Beyinütüleyen, Nil Ertürk, Ella



En Çok Bilgilendiren Blogger: HBBA, Kediler ve Kitaplar, Rafların Arasından



En Çok Kendini Anlatan Blogger: Üfürükten Prenses , Mel Jones, Ella



En aşık blogger: Efsa (Tek geçerim)



En Çok Eğlendiren Blogger: Finduilas, Korhan, Kornelyus



Burada ismi geçen herkes mimlenmiş sayılıyor ayrıca. Hadi hayırlı uğurlu olsun blog camiasına. Çok mesuduz : )

Devamı >>
 
Copyright Blog Manias All Rights Reserved
ProSense theme created by Dosh Dosh and The Wrong Advices.
Blogerized by Bonard Alfin Blogger Templates.